11 Ekim 2015 Pazar

Elif 'le Vav-Yakut Ateş

                Elif! İnce, narin bir söğüt dalı! Bütün harflerin baş tacı; en başı! Harflerin cümlesi Elif'ten yaratılmış...'' Vav'' dâhil!
                Vav! En saygılı, en hürmetkâr kul! Başı önünde...Mahçup...Mütevazi...''Vav'' gibi...''Vav''ın yani o harflerin en kıymetlisinin, en anlamlısının âdem gövdesinde can bulmuş hâli...Vav, kul olmuş! Evvel Allah'a sonra Elif'e...Güzel başını yana eğmiş, kaldıramaz. Eğilmiş Elif'in önünde, doğrulamaz! Kulluk, anlamını Vav'da bulmuş. Nihâyetinde Allah da her kulunun Vav misâli mütevazi olmasını istemez mi ?
                Vav'ın mayası iyi, hamuru temiz... Aşk derdi dışında başı derde girmemiş o güne dek...Yunus Peygamber nasıl yunus balığının karnında ''vav'' olup saklanarak kendisini kurtarmışsa, Vav da bütün tehlikelerden uzak durmuş her daim... Aşk dışında...
                Vav, Elif'ine kavuşmalı ki kâinat huzur bulsun, her şey yolunda gitsin, rüzgârlar yönünde essin, yağmurlar gününde yağsın...
               Velev ki günün birinde sevdiğine kavuşamadan  emr-i Hak vâsıl olursa, işte o vakit Vav, mezarında tıpkı Elif olacak; Elif misâli kaskatı bir taş gibi dimdik yatacak. Vav, Elif'le o mekânda böyle bütünleşecek ama ne fayda? Orada her Elif olan huzura, aşka ermiş mi ki? Oraya uzanıp da Elif olan, geri gelip söyleyebilmiş mi ki? Zinhar, kimseler  bilmez !
               Elif de ''vav'' olarak doğmuş aslında... Tüm Elifler, tüm ceninler gibi...Bir vakitler ana karnında ''vav''ken, ''vav'' gibi kıvrılmışken, dünya değiştirince ''Elif'' olup dimdik durmuş tüm mahlûkat misâli...         
               Vav, ''vay!'' eder, ''vâveylâ'' eder durur, kavuşamaz Elif'ine...İnsaoğlunun çoğu bilmez ''vay!'' diye dövünürken, dövünmenin, pişmanlığın esas anlamı ''vav!''dır. ''Vav!'' denmeli esasında! Vav'ın düştüğü amansız aşka istinaden mi? Orası bilinmez....
                Birinin önünde eğilmek ne menem iştir! Vav, bir tek Allah'ın önünde eğilir, bir tek O'nda kıyama durur, O'na secde eder. Sonra da bir tek Elif'e boyun büker. Vav,  sevdiğinin rengini soranlara ''beyaz'' der, yaratılmış hiçbir rengi Elif'le bağdaştıramaz. Sadeliğinden, doğruluğundan, saflığından sebep, onun rengi renksizliktir aslında. İşte bundan dolayı da beyazdır.
                O vakitler henüz hileye karışmamış insan ruhu, alabildiğine safmış, alabildiğine pîr ü pak... İmbikten süzülmüş de gelmiş gibi temiz, doğru ve gün gibi açıkmış insanlar...Yalanın icat edilmediği, riyanın adının bile bilinmediği devirlermiş. Vav'ın tek karanlık yönü de utangaçlığıymış zaten...      
                Vav, Elif'in cümle akranlarının gönlündeymiş. Elif gibi güzeller, Vav'ı kolye yapmış, bir damga misâli boyunlarında taşırlar, bir tek Elif bilmez, bir tek o görmezmiş.. Zaten yaradılışı gereği Elif, yazılırken bile kendisinden sonraki harfe bağlanamazmış..Vav desem, o hiç farkında değil, onun da gözü Elif'ten gayrısını görmezmiş... Vav'ın başı yanda, sonsuzluğa uzanmış . Bir tek boyunlarda âşikâr amma kalplerde gizli...
                 Daha doğduğu gün, ismi okunmadan da önce kulağına fısıldanmış kadersiz kaderi...O, vücut bulduğu andan itibaren göğsünde kıymetli bir emaneti, Elif'i taşıyacakmış... Bir başına, çileli ve yorgun bir ömür geçirmiş Vav... Başı önünde edepli bir eğilişle çok şey katarmış Elif'e, iki ruh nasıl da tamamlarmış birbirlerini...
                Elif öne geçtiğinde ''ev'' olurmuş ikisi, Vav önde olduğunda ''ve'' olup, bağlaç olup  kaderlerini  ve birleşmek isteyen cümle mahlûkatı birbirine bağlarlarmış.
                Vav, aşkının umutsuzluğundan, geceleri birken iki olurmuş...Ahali uykudayken  kor olup alev alev yanmaya başlarmış...Kıpkızıl, kor gibi bir yakut ateş saçarmış. Yatağında doğrulup kimseler görmeden iki Vav olup yanyana gelince yakut bir yürek olurmuş.
                Aslında, uçsuz bucaksız o koskoca kâinatın tek anahtarı Elif'teymiş...Çünkü ta ezelden, kâinat Vav'a,  kâinatın anahtarı ise Elif'e teslim edilmiştir. Elif bilse bu sırrı, bir bilse ki dünyayı önüne serecek anahtar kendisinde, bir an bile durur muydu acep  ...
                Hat sanatında bile çocuklar ilkin ''vav''ı öğrendiklerinden, vav'ı anlamak zormuş. Vav çizmek, vav çekmek meşakkatli işmiş aslında...Amma Vav, bir tek Elif'e kolay görünmüş. Yeter ki Elif ''he''desin, Elif o dimdik başını bir nebze eğip yüzün gülsün.
                İşte bu umutla aradan o kadar uzun bir zaman geçmiş ki, aylar mı, yıllar mı bilemeyen Vav, ayrılığın acısıyla taş yerine sükûtu bağrına basmaya başlamış ve dili hepten lâl olmuş.
                Vav vuslattır,  Vav vefadır, Vav  visaldir,Vav vedadır. Vav, en çok vuslat olmak, Elif'le vuslata erebilmek ister. Vedayı ise hiç mi hiç istemez.''Vuslat olmadan veda mı olurmuş'', der kendi kendine...
                O, sultanının veziri olmak, her daim yanıbaşında bulunmak ister. Artık tahammülü kalmamıştır Elif'sizliğe...Eski mesellerden bilir ki insan sevdiğinin önce yüzünü, en son kokusunu unuturmuş. Oysa Hak Tealâ  bu kokuyu ona haram kılmıştır.               
                Elif, o dimdik duruşu, o nazlı nazlı salınışıyla cümle vav'ların, cümle lâm'ların, zel'lerin, şin'lerin, harflerin tamamının kaynağıdır da haberi yoktur.  Elif'e bakan her harf, sırlı bir aynaya bakarcasına kendi suretini görür. Bir Elif bilmez kendi değerini...O, yalnız kendisiyle hem-hâl olmuş, kendisiyle kaynaşmıştır. Gözü görmez kendisine bakan gözleri...
                O, çocuk padişahların ve daha sonra cümle çocukların alınlarına çekilen bir nazarlık olduğunu da bilmez. Bir lâle olduğunu da...Başta lâle olmak üzere, kâinatta dimdik duran tüm çiçeklerin, ağaçların, canlı- cansız varlıkların cümlesinin görüntüsüdür Elif...Gelmişten geçmişe ebedî bir dik duruş...İncelik, zerafet , dirlik ve doğruluk...Manâsı derin bir âsâ...Ulaşılması imkânsız, yolunda kimbilir kimlerin can-fedâ olduğu güzellik...Endamıyla yari sarıp sarmalaması özlenen Elif...
                 Elif, söz incisi, manâ incisi...''Bir''e benzeyen, ''bir'' olan,''bir''olunmak istenen güzel... Durmaksızın dönen şu yuvarlak kürede, her şeyin, her varlığın dönüp durmasına karşın, dimdik durmayı başaran yegâne varlık...                
                  Elif bir kez Vav'ın sinesine çekilmiştir...Hem de kıpkırmızı bir mürekkeple...Vav'ın yüreği çok acımaktadır, Elif çekilen yer yara olmuş, ince ince kanamaktadır.
                  Bir gün Vav'ın aklına, Hz. Mevlâna'nın bir sözü düşer: ''Aşk da tıpkı Elif gibidir, isminde gizlidir. O olmadan besmele sesi gelmez. O, her şeyin başıdır.'' der Mevlâna...
                  Zaten Elif aşkını, Vav'ın yüreğine bilmeden kendi yazmıştır. Çünkü o, kutsal nurun ikinci kısmından yaratılan ''kalem''dir. Nasıl ki bu nurun birinci kısmı kâinatsa, Elif de kâinatı  nakşedecek kalemdir. Elbette Yaradan'ın emriyle...Zaten yine O'nun emriyle yazılmıştır Vav'ın kalbine...O,  Vav'ın yürek kafesine kendisini ve arş-ı âlâyı keskince çizmiştir...    
                Vav, önceleri aşkın hiç'lik demek, yok'luk demek, hiç'likte yok olmak, yok'lukta bir olmak demek olduğunu bilmezdi. Ve  yine bilmezdi ki  her daim başı yanda yaşayacak, yaşadıkça da kemale erecek, olgunlaşacak. Tam iyice olduğu sırada, cümle hatalarından arındığı sırada, Elif gibi dimdik olduğu sırada, yalan dünyadan göç etme vakti gelip çatacak...
                 Vav, en sonunda bu gerçeğe vakıf olmuştu.   Bu yüzden yolu, Elif misali uzundu, meşakkatliydi. O, sultanına duyduğu sevgiye kopkoyu  bir ''mim'' çekti. Elinde kızıl renkli bir Elif âsâ, bu uzun yolu tek başına yürümekle mükellef kılındığının farkında, Elif Sultan'ın yaşadığı ülkenin sınırlarından ağır adımlarla uzaklaştı...
                  Ve herkes bilir ki bu bir masaldır. Herkesin hikâyesi kendi isminde saklıdır. Harflerin ne rengi vardır, ne de kokusu...Her insan kendi ismine kendi rengini ve kendi anlamını katıp yaşar. İşte bu yüzden, herkesin ismi ve o isimdeki her harf, sadece kendisine özel, kendisinde güzeldir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder