27 Kasım 2015 Cuma





Neden evliliği güzel olanlara 'kumrular gibi'
benzetmesi
yapılır bilir misiniz.?
Çünkü kumru; asla eş değiştirmez
Çünkü kumru; içinde bulunduğu şartlara her
zaman uyum
gösterir, şikayet etmez.
Çünkü kumru; hiçbir zaman başka bir kuşun
yuvasına
girmez...!!
Bir adın kalmalı geriye 
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde 
Aynaların ardında sır 
Yalnızlığın peşinde kuvvet 
Evet nihayet bir adın kalmalı geriye 
Birde o kahreden gurbet 
Sen say ki ben hiç ağlamadım 
Hiç ateşe tutmadım yüreğimi 
Geceleri koynuma almadım ihaneti 
Hele nihavend hele buse hiç geçmedi aklımdan 
Ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın 
İçimin nehirlerinden 
Evet yangın 
Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan 
Evet kaybetmenin o zehirli buğusu 
Evet isyan 
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın 
Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı 
Bu sevda biraz nadan 
Biraz da hıçkırık tadı 
Pencere önü menekşelerinde her akşam 
Dağlar sonra oynadı yerinden 
Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca 
Sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam 
Ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı 
Yani ben seni sevdiğim zaman 
Ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın 
Yine de 
Bir adın kalmalı geriye 
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde 
Aynaların ardında sır 
Yalnızlığın peşinde kuvvet 
Evet nihayet, bir adın kalmalı geriye 
bir de o kahreden gurbet 
beni affet 
kaybetmek için erken 
sevmek için çok geç


Ahmet Hamdi Tanpınar
Aslında hiçbir sorumun cevabı değilsin ama seviyorum işte.
Olmasan da olur diyemiyorum,seviyorum.
Seninle yürümek daha güzel,yürümeyi de seviyorum.
Yürüyüşünü seviyorum.
Arabalardan korkmanı seviyorum.
Karşıdan karşıya geçmeni, bir şey yerken beni izlemeni seviyorum.
Benim yanımda mutlu olmanı seviyorum.
Başka bir adam yapmaya çalışmıyorsun beni.
Böyle kabul ediyorsun, kabul edişini seviyorum.
Beni okumayı seviyorsun, beni seviyorsun.
Seni seviyorum.
Her insan gibi değil,başka seviyorum ben seni.
O her sıradan adam gibi değil.
O sıradan kurulan cümleler gibi değil.
Ben seni, başka bir alfabeyle seviyorum.
Git dediğimde gidemeyişini
Arkamdan bakarken üzülüşünü seviyorum.
Biz bize yeteriz, bizi seviyorum.

Yapacak bir şey yok, seviyorum.

Soğuk Kahveden...

17 Kasım 2015 Salı

..
Ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm
Sende buldum erişilmez hazları
Yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan
Duyguların en ölmezini sende duydum
Susuzluğum dudaklarında dindi
Yalnızlığım ellerinde
Çoğu gün unuttum açlığımı
Sende doydum...

İlk defa seninle bütünlendim, anlıyor musun
Anladım yaşadığımı her nefes alışta
Seninle geçtim bütün zamanlardan
Seninle var oldum
Eridim seninle bir sonsuz çalkanışta.

...

Ümit Yaşar OĞUZCAN/ Her Gün Seninle

İstanbul’da Bir Martı Olsam... 

Bugün bir martının beyaz kanatlarında, 
Gezdim İstanbul’u bir baştan bir başa. 
Görmeli ilkbahar İstanbul’da nasıl olurmuş. 
Ya da İstanbul İlkbaharda... 

Mis gibi mimozalar satıyor çingene çocukları. 
Belli ki Adalardan toplanmış sarı sarı. 
Sarıdan başka renkleri gözleriniz ararsa, 
Laleler bekliyor olacak sizleri Emirgan’da. 

Hava sakin, deniz mavi mi mavi. 
Sanki kıyılar Körfez’deki durgun su misali. 
Oltalar atılmış Aşiyan’da, Yeniköy’de ümitle. 
Olur a, şans bugün de yüzünüze gülmezse, 
Alırsınız derya kuzularını Sarıyer’de sahilde. 

İşte emektar Karaköy vapuru geliyor. 
Küpeştesi masmavi suları yara yara. 
Belli ki yorgun, hafifçe yatmış bir yana. 
İskeleye vuran dalgalara bir baksana. 
Nasıl da dönüşüyorlar köpük köpük beyaza. 

Anadolu insanı barınır yedi tepede. 
Umutlarını ekmeğe dönüştürmek için gelen. 
Gelip de bir daha geri dönemeyen. 
Buradaki yaşam kavgası çok zordur. 
Yüreklerindeki güç ise İstanbul tutkusudur. 

Gece olunca yaşam sakinleşir zannetme. 
İstanbul makyajını yapıp gece elbisesini giyince. 
Başlar artık sabaha dek sürecek eğlence. 
Bize hayatın anlamını gösterircesine, 
Deniz ile dans eder çılgınca bütün gece. 

Sisli sabahlarda veya gece karanlığında. 
Bir güvertede veya martı kanadında. 
Nereden baksam sen hala çok güzelsin. 
Her güzelin sevdalısı da vardır belalısı da. 
Biz senin hem sevdalınız hem de belalın. 

Bugün bir martı uçtu İstanbul’un üzerinden. 
Kanatlarında ben vardım, düş gibi. 
Kimbilir belki yarın da siz olursunuz. 
Siz de anlatırsınız gördüklerinizi. 
Yaşanacak daha çok şey var, bitmedi. 
Biliyorum... 
Bir şiir İstanbul’u anlatmaya yetmedi.
 
Haldun Uras 

16 Kasım 2015 Pazartesi



GÜNEŞE SEVDALI GÜNDÖNDÜ VE SARMAŞIĞIN HİKAYESİ

    Bahçenin birinde güneşe sevdalı bir gündöndü yaşarmış.Onun dibinde de gündöndüye sevdalı bir sarmaşık…Sevdalı sarmaşık gündöndünün gövdesine sımsıkı sarılır,yüzünü ona dönsün,onu sevsin diye her gün umutla beklermiş.Gündöndü ise her sabah güneş doğduğunda yüzünü sevdayla göğe çevirir hayran hayran güneşi seyredermiş.Sarmaşık çaresiz,daha bir sıkı sarılırmış gündöndüye ama nafile,gündöndünün aklı güneşteymiş. Akşam olup güneş battığında sevdiğini yitiren gündöndü boynunu büker, içine kapanır kalırmış kederinden…Zavallı sarmaşık daha sıkı,daha sıkı yapışırmış o zamanlar..Gelgelelim sabah olduğunda, gündöndünün yüzünü kendisine çevirmeyeceğini güneşle onun arasına giremeyeceğini bir daha anlarmış bu çaresiz sarmaşık.
Ama günlerden bir gün,minik sarmaşık uyanınca bir de ne görsün;ilk defa sevgili gündöndüsünün yüzü güneşe değil,kendisine dönükmüş.Sevinçten az kalsın çığlık atacakmış ki gündöndüsünün güneşe baktığı gibi bakmadığını görmüş ve o an öldügünü anlamış.Çünkü sarmaşık,sevdiğinin yüzünü kendisine çevirmek için onun gövdesine sarıldıkça, yavaş yavaş onu boğduğunu, öldürdüğünü hiç farketmemiş. Gündöndü ölünce sarmaşığın da sarılacağı bir sey de kalmamış,zamanla o da sararıp solmuş. Sonra çiftçinin biri gelmiş,ikisini de koparıp bir kenara fırlatmış.


Bir başkadır akşam İstanbul’da
Kız kulesi suskundur gün batımında
Durulur birden boğazın serin suları
Güneş inerken yavaş yavaş yedi tepenin ardına
Buram buram kokusu gelir sılanın
Karışıktır yolları dindirir bir nebze acıları
Sarayburnu’ndan bakınca Haydarpaşa’ya
İyotun kokusu yayılır balık-ekmek sandalda
Trenin isli yolculuğu rıhtıma varınca
Kadıköy’e götürür önce ilk duraklar
Sonra vapura binilir püfür püfür
Bostancı-Kabataş arasında
Bir başkadır İstanbul ışıkları yanınca
Gizler tüm keşmekeşliğini ve yitip gidenleri
Beyoğlu sokaklarına taşar müzikler
Taksim anıtında çekilen hatıra pozları

Konulur albüme ne de olsa İstanbul hatırası..!!!

8 Kasım 2015 Pazar

İkimizin Arasında

Bir gün şayet camsız çerçevesiz penceresiz 
Bir gün ben, çadır bezi bir perdeden 
Günlerin toz-toprak şarkısını çırparken 
Canevimin önünden geçersen, 
Bir gün şayet boynumda yem torbası hayallerim asılı 
Bir gün şayet samançöpü bir sokak dişlerim arasında 
Canevinin önünden geçersem 
Anlatırım nasıl nerde 
Bir ulu çınara takılı bir kuyrukluyıldız 
Bir yeşil telaşta çırpınan ışığımız 
Anlatırım nasıl nerde... 
Sonra eğilir kulağına derim: Bekle 
Çocukken kaçırdığım uçurtma dönsün gelsin 
Hele çarpsın bu çerçi yükü şehirlere, 
Hele ürksün fincancı katırları!

7 Kasım 2015 Cumartesi

HERŞEY SENDE GİZLİ
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin 
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…

23 Ekim 2015 Cuma

sessiz gemi

artık demir almak günü gelmişse
zamandan,
meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir
kol.
rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
biçare gönüller! ne giden son gemidir bu!
hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
birçok gidenin her biri memnun ki
yerinden,
birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

yahya kemal beyatli

18 Ekim 2015 Pazar

Unutulmuyor İşte.. 

Unutulmuyor nice sevdalar bekliyorda 
Gitmeye yürekmi kaldı söylesene 
Gözlerinde içimi törpülediğim kadın 
Şimdi insanlara bakıyorum 
Çoğunun bekleyeni, ömrüne bir ömür daha eklyeni var 
Diyorlar ki küsme aşka daha kimler gelecek kimler geçecek 
Bilmiyorlar ki en son giden herşeyimi götürdü.. 
Bilmiyorlar ki en son giden daha sonra gelecekleri bile götürdü.... 
Şimdi ben bu eskitilmiş gençliğimle 
Yaşımı tersten yazıp öylece giden bir senin ardından 
Kime hangi sevgimi vadedecem söylesene silinmiş harfim benim 
Ellerimi tutana bulaşacak kokun 
Soluğumu paylaşan harflerini yutacak 
Oysa ben yutkunamayacağım bile 
Kurudu boğazım sen gideli 
Ki sana aldığım son buket bile kurumamıştır daha 
Çürümedi vurduğum yer 
Gözle görünmez darbeleri gidişinin 
Öyle bir yer kanıyor ki içimde kanım var her damlanın içinde 
Senle aldığım nefesleri vermedim daha 
Senle aldığım nefesleri, sensiz verdiklerimle sıvamaya çalışıyorum 
Tıkanıyorum işte ,soluğum kesiliyor 
Giderken bir zamanlar bendeliğini de götürseydin ya 
Yada zıttı olmayan bişey yapsaydın sen gibi 
Tanıyorum ben seni geldesem gelmezsin 
Gidersin git desem 
Ve gidersem bigün neylersin 
Hiç birsey söylemeden benden bir nefes duymadan kalsam 
Sen hiç susmasan ben çıt duymasam 
Kalsan neylerim 
Yıkımdan çoğaltırımda seni bütün enkazlardan sağ çıkarırım bizi 
Ey yar görüyorsun ya sonunda yine aşk kaybediyor 
Hayat kazanıyor.. 
Sen benim susuzumluğumu dindirecek yağmuru bulamadın 
Ben senin yağmurunu yağdıracak o bulutu 
Düş&tün kalkma sakın bu ayaklanış 
Sana ölümden yakın 
Ben yaşarım sen yokken 
Ya ben sende sangığından çoksam 
Ben varım senin yokluğun kadar dünyadaki yerim 
Sen kendini bulursan eğer yaşarken olmayacak 
Sen dilediğince varım de bende yerin kalmıyacak 
Seçtiğin yaşamın son sayfasını okur gibi oluyorum 
Ve yaşamın son sayfasını,yaşamanın ön sözüne gururla bakıyorum 
Elimi uzatırken tutmaya vaktin yoktu 
Bize bir adım varken gelecek gücün bitti 
Mutluluğu sığdıracak yüreğini arıyorken 
Tutkumun o kör gözü,o yağlı ipi çekti 
Şimdi farkına bile varamayacaksın bu ölümün 
Öyle derin bi uyku bekliyor ki seni 
Uykundan düşünü calsalar haberin olmayacak 
Hep susmayı istiyordun işte sana dilsiz bir göç 
Gün olurda uyanırsan beni değil kendini seç 
Tadın damağımda,acın içimde hala 
Ne için aglasam gözlerimden akan 
Sen gittikten sonra biriktirdiğim yaşlar 
Öyle bir bittikki biz 
Öyle bir gittik ki bu şehirden 
Ama ,ama unutulmuyor işte 
Ellerinin dokunulmazlığı 
Gözlerinin bakılmazlığı 
Seninle geçen her anın başa alınmazlığı 
Unutulmuyor işte.. 


KAHRAMAN TAZEOĞLU

15 Ekim 2015 Perşembe

binmediğim hiç bir otobüs
beklemediğim hiç bir durak kalmadı bu şehirde
gittikçe azalıyor hayat
neyi erken yaşadıysam
hep ona geç kalıyorum
sana göçüyorum her sonbahar
yolların çıkmıyor aşkıma
unuttuğun yağmurların adı saklımda
seni içimden terk ediyorum

susmaktan yoruldum
kuşlar ve şarkılar,
bu şehri terk edeli
efkar demliyorum gözlerimde
yaşlarımı,
yanağıma varmadan öldürüyorum
tam sancağımdan yaralıyorum kendimi
alnını yüreğime dayadığın güne bakıp
seni içimden terk ediyorum

ne unutacak kadar nefret ettin
ne hatırlayacak kadar sevdin
yıkık bir duvar kadar bile
pişman değilsin biliyorum
beni hep bulmamak için aradın
yanıldığımdın
yangınımdın
yangındın

sensizliğe yenilmek
sana yenilmekten zor olsa da
ardımda bir sürü "belki"ler bırakarak
seni içimden terk ediyorum

şimdi
içimde öldürecek bir anı bile bulamayan
iki yarım kaldık
tamamlayamadık bizi
elinden tutamadık yanlızlığımın
saçlarımı da uzaklarına gömdün

içimin mavisi senin okyanusundandı
al! geri veriyorum.
kilitleri hep yanlış kapılara vurdun
devrilmiş vagonlara dönerken gözlerim
sana bensizliği terkediyorum

"yarime uzanmayan bütün dallar kırık" demiştin
aşk içinde doğmuşsa nereye kaçabilirdi?

ne tuhaf değil mi?
içimi acıtan da sendin
acımı dindirecek olan da.
"ya öldür beni"dedim
ya da git benden.
içi bulanık bir sevdanın ucunda
seni kaybettim.
aldırmadın aldırmalarıma
bir gecede yakıp yarini
şafaklara sattın ihanetini
küllerime basanlar bile utandı yaptığından
işte soluk bir ömrün son nefesi
benden içimden terkediyorum.

11 Ekim 2015 Pazar

Elif 'le Vav-Yakut Ateş

                Elif! İnce, narin bir söğüt dalı! Bütün harflerin baş tacı; en başı! Harflerin cümlesi Elif'ten yaratılmış...'' Vav'' dâhil!
                Vav! En saygılı, en hürmetkâr kul! Başı önünde...Mahçup...Mütevazi...''Vav'' gibi...''Vav''ın yani o harflerin en kıymetlisinin, en anlamlısının âdem gövdesinde can bulmuş hâli...Vav, kul olmuş! Evvel Allah'a sonra Elif'e...Güzel başını yana eğmiş, kaldıramaz. Eğilmiş Elif'in önünde, doğrulamaz! Kulluk, anlamını Vav'da bulmuş. Nihâyetinde Allah da her kulunun Vav misâli mütevazi olmasını istemez mi ?
                Vav'ın mayası iyi, hamuru temiz... Aşk derdi dışında başı derde girmemiş o güne dek...Yunus Peygamber nasıl yunus balığının karnında ''vav'' olup saklanarak kendisini kurtarmışsa, Vav da bütün tehlikelerden uzak durmuş her daim... Aşk dışında...
                Vav, Elif'ine kavuşmalı ki kâinat huzur bulsun, her şey yolunda gitsin, rüzgârlar yönünde essin, yağmurlar gününde yağsın...
               Velev ki günün birinde sevdiğine kavuşamadan  emr-i Hak vâsıl olursa, işte o vakit Vav, mezarında tıpkı Elif olacak; Elif misâli kaskatı bir taş gibi dimdik yatacak. Vav, Elif'le o mekânda böyle bütünleşecek ama ne fayda? Orada her Elif olan huzura, aşka ermiş mi ki? Oraya uzanıp da Elif olan, geri gelip söyleyebilmiş mi ki? Zinhar, kimseler  bilmez !
               Elif de ''vav'' olarak doğmuş aslında... Tüm Elifler, tüm ceninler gibi...Bir vakitler ana karnında ''vav''ken, ''vav'' gibi kıvrılmışken, dünya değiştirince ''Elif'' olup dimdik durmuş tüm mahlûkat misâli...         
               Vav, ''vay!'' eder, ''vâveylâ'' eder durur, kavuşamaz Elif'ine...İnsaoğlunun çoğu bilmez ''vay!'' diye dövünürken, dövünmenin, pişmanlığın esas anlamı ''vav!''dır. ''Vav!'' denmeli esasında! Vav'ın düştüğü amansız aşka istinaden mi? Orası bilinmez....
                Birinin önünde eğilmek ne menem iştir! Vav, bir tek Allah'ın önünde eğilir, bir tek O'nda kıyama durur, O'na secde eder. Sonra da bir tek Elif'e boyun büker. Vav,  sevdiğinin rengini soranlara ''beyaz'' der, yaratılmış hiçbir rengi Elif'le bağdaştıramaz. Sadeliğinden, doğruluğundan, saflığından sebep, onun rengi renksizliktir aslında. İşte bundan dolayı da beyazdır.
                O vakitler henüz hileye karışmamış insan ruhu, alabildiğine safmış, alabildiğine pîr ü pak... İmbikten süzülmüş de gelmiş gibi temiz, doğru ve gün gibi açıkmış insanlar...Yalanın icat edilmediği, riyanın adının bile bilinmediği devirlermiş. Vav'ın tek karanlık yönü de utangaçlığıymış zaten...      
                Vav, Elif'in cümle akranlarının gönlündeymiş. Elif gibi güzeller, Vav'ı kolye yapmış, bir damga misâli boyunlarında taşırlar, bir tek Elif bilmez, bir tek o görmezmiş.. Zaten yaradılışı gereği Elif, yazılırken bile kendisinden sonraki harfe bağlanamazmış..Vav desem, o hiç farkında değil, onun da gözü Elif'ten gayrısını görmezmiş... Vav'ın başı yanda, sonsuzluğa uzanmış . Bir tek boyunlarda âşikâr amma kalplerde gizli...
                 Daha doğduğu gün, ismi okunmadan da önce kulağına fısıldanmış kadersiz kaderi...O, vücut bulduğu andan itibaren göğsünde kıymetli bir emaneti, Elif'i taşıyacakmış... Bir başına, çileli ve yorgun bir ömür geçirmiş Vav... Başı önünde edepli bir eğilişle çok şey katarmış Elif'e, iki ruh nasıl da tamamlarmış birbirlerini...
                Elif öne geçtiğinde ''ev'' olurmuş ikisi, Vav önde olduğunda ''ve'' olup, bağlaç olup  kaderlerini  ve birleşmek isteyen cümle mahlûkatı birbirine bağlarlarmış.
                Vav, aşkının umutsuzluğundan, geceleri birken iki olurmuş...Ahali uykudayken  kor olup alev alev yanmaya başlarmış...Kıpkızıl, kor gibi bir yakut ateş saçarmış. Yatağında doğrulup kimseler görmeden iki Vav olup yanyana gelince yakut bir yürek olurmuş.
                Aslında, uçsuz bucaksız o koskoca kâinatın tek anahtarı Elif'teymiş...Çünkü ta ezelden, kâinat Vav'a,  kâinatın anahtarı ise Elif'e teslim edilmiştir. Elif bilse bu sırrı, bir bilse ki dünyayı önüne serecek anahtar kendisinde, bir an bile durur muydu acep  ...
                Hat sanatında bile çocuklar ilkin ''vav''ı öğrendiklerinden, vav'ı anlamak zormuş. Vav çizmek, vav çekmek meşakkatli işmiş aslında...Amma Vav, bir tek Elif'e kolay görünmüş. Yeter ki Elif ''he''desin, Elif o dimdik başını bir nebze eğip yüzün gülsün.
                İşte bu umutla aradan o kadar uzun bir zaman geçmiş ki, aylar mı, yıllar mı bilemeyen Vav, ayrılığın acısıyla taş yerine sükûtu bağrına basmaya başlamış ve dili hepten lâl olmuş.
                Vav vuslattır,  Vav vefadır, Vav  visaldir,Vav vedadır. Vav, en çok vuslat olmak, Elif'le vuslata erebilmek ister. Vedayı ise hiç mi hiç istemez.''Vuslat olmadan veda mı olurmuş'', der kendi kendine...
                O, sultanının veziri olmak, her daim yanıbaşında bulunmak ister. Artık tahammülü kalmamıştır Elif'sizliğe...Eski mesellerden bilir ki insan sevdiğinin önce yüzünü, en son kokusunu unuturmuş. Oysa Hak Tealâ  bu kokuyu ona haram kılmıştır.               
                Elif, o dimdik duruşu, o nazlı nazlı salınışıyla cümle vav'ların, cümle lâm'ların, zel'lerin, şin'lerin, harflerin tamamının kaynağıdır da haberi yoktur.  Elif'e bakan her harf, sırlı bir aynaya bakarcasına kendi suretini görür. Bir Elif bilmez kendi değerini...O, yalnız kendisiyle hem-hâl olmuş, kendisiyle kaynaşmıştır. Gözü görmez kendisine bakan gözleri...
                O, çocuk padişahların ve daha sonra cümle çocukların alınlarına çekilen bir nazarlık olduğunu da bilmez. Bir lâle olduğunu da...Başta lâle olmak üzere, kâinatta dimdik duran tüm çiçeklerin, ağaçların, canlı- cansız varlıkların cümlesinin görüntüsüdür Elif...Gelmişten geçmişe ebedî bir dik duruş...İncelik, zerafet , dirlik ve doğruluk...Manâsı derin bir âsâ...Ulaşılması imkânsız, yolunda kimbilir kimlerin can-fedâ olduğu güzellik...Endamıyla yari sarıp sarmalaması özlenen Elif...
                 Elif, söz incisi, manâ incisi...''Bir''e benzeyen, ''bir'' olan,''bir''olunmak istenen güzel... Durmaksızın dönen şu yuvarlak kürede, her şeyin, her varlığın dönüp durmasına karşın, dimdik durmayı başaran yegâne varlık...                
                  Elif bir kez Vav'ın sinesine çekilmiştir...Hem de kıpkırmızı bir mürekkeple...Vav'ın yüreği çok acımaktadır, Elif çekilen yer yara olmuş, ince ince kanamaktadır.
                  Bir gün Vav'ın aklına, Hz. Mevlâna'nın bir sözü düşer: ''Aşk da tıpkı Elif gibidir, isminde gizlidir. O olmadan besmele sesi gelmez. O, her şeyin başıdır.'' der Mevlâna...
                  Zaten Elif aşkını, Vav'ın yüreğine bilmeden kendi yazmıştır. Çünkü o, kutsal nurun ikinci kısmından yaratılan ''kalem''dir. Nasıl ki bu nurun birinci kısmı kâinatsa, Elif de kâinatı  nakşedecek kalemdir. Elbette Yaradan'ın emriyle...Zaten yine O'nun emriyle yazılmıştır Vav'ın kalbine...O,  Vav'ın yürek kafesine kendisini ve arş-ı âlâyı keskince çizmiştir...    
                Vav, önceleri aşkın hiç'lik demek, yok'luk demek, hiç'likte yok olmak, yok'lukta bir olmak demek olduğunu bilmezdi. Ve  yine bilmezdi ki  her daim başı yanda yaşayacak, yaşadıkça da kemale erecek, olgunlaşacak. Tam iyice olduğu sırada, cümle hatalarından arındığı sırada, Elif gibi dimdik olduğu sırada, yalan dünyadan göç etme vakti gelip çatacak...
                 Vav, en sonunda bu gerçeğe vakıf olmuştu.   Bu yüzden yolu, Elif misali uzundu, meşakkatliydi. O, sultanına duyduğu sevgiye kopkoyu  bir ''mim'' çekti. Elinde kızıl renkli bir Elif âsâ, bu uzun yolu tek başına yürümekle mükellef kılındığının farkında, Elif Sultan'ın yaşadığı ülkenin sınırlarından ağır adımlarla uzaklaştı...
                  Ve herkes bilir ki bu bir masaldır. Herkesin hikâyesi kendi isminde saklıdır. Harflerin ne rengi vardır, ne de kokusu...Her insan kendi ismine kendi rengini ve kendi anlamını katıp yaşar. İşte bu yüzden, herkesin ismi ve o isimdeki her harf, sadece kendisine özel, kendisinde güzeldir.


7 Ekim 2015 Çarşamba

BAĞLANMAYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden…
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…
Can YÜCEL

4 Ekim 2015 Pazar


AMA GİTME

gözlerimde kan gezer 
yasadışı bir soğuk işler iliklerime 
gözyaşlarını geçirip sırtına 
küflü bir sapak mı bırakacaksın sabıkama 

biraz duman hıçkırığı sigaranda 
biraz gece kırığı bende 
şiir yorgunu damarlarıma ilk aşktan sola dön 
ama gitme 


şiir kanamalı bir aşkın "sonu yok"undan geçerken 
ışığın sesini bul 
aynandaki kırık yüzümü topla 
gözümde seğiren acı bir denizde yüzdür 
olimpos'un sıcağını 
ama gitme 

uçurumlar seri cinayetleri tökezletirken 
sesini sakladım cebime 
yağmur işgalli bir gecede ıskaladım 
kapına dayanmalarımı 
daha binmeden otobüslere 
duraklar mı tuttu da kustun sesini üstüme 
bak sana dil sürçmeli peltek şiirler yazdım 
satırlarından kan sızar 
satırla doğranmış bir aşkın cinayetinde 


bir insan iki kıyıya aynı anda gözlerinden düşebilir 
itme 

ama gitme 
daha saat "hoşça kal"ı göstermedi 
bitme ! 

Kahraman TAZEOĞLU (Beni Susarken Bölme kitabından)